Sayfalar

18 Eylül 2018 Salı


ZANZİBAR GEZİSİ
(Temmuz 2018)
Blog yazısı yazmayalı çok uzun zaman olmuş, 3 yıl geçmiş. Ben bu süre zaafında çok fazla yere gittim aslında ama yazmaya fırsat bulamamışım. Bu sene liseden mezun oldum. Daha önceden Maldivler’e gittiğimiz için bu sene suyu Maldivler gibi yani içinde farklı türde mercanlar, balıklar görebileceğimiz ama daha başka bir yere gitmek istedim ve babam da arkadaşlarının tavsiyesi ile bizlere Zanzibar’a gitmeyi önerdi. Ben de daha önceden hiç güney yarım küreye gitmediğim ve Afrika kültürünü tatmadığım için kabul ettim. 15 Temmuzda TYH’nin direk uçuşu ile Zanzibar’a 7 saatte vardık. İlk durağımız Kendwa sahili oldu. 4 yıldızlı bir otel olan Natural Kendwa Villa’yı tercih ettik.  Otelin sahipleri İtalyan bir adam ve Romanyalı bir kadın. Otel denize 5-10 dakika mesafede ve sahilde şezlongları var. Deniz  gerçekten güzel su açık mavi, kum zaten bembeyaz. Kendwa’yı tercih etmemizin sebebi gel-gitin en az yaşandığı sahillerden biri olmasıydı mesela Paje sahili var oraya çok gitmek istiyordum ama kısmet olmadı, orada gel-git 3 kmye kadar etkili olabiliyormuş. Yani 3km yürüseniz bile su seviyesi 1 metreyi geçmiyormuş. Kendwa öyle olmasa bile Türkiye’de gel-git olmadığı için bize farklı geldi. İlk gün havlularımızı denize uzak bir yerde kuma sermiştik ve öğleden sonra havlularımızın uçlarına suyun değdiğini görmek bile şaşırttı bizleri.
19 Temmuz’da Kendwa’dan tekne turu ile Mnemba adasına şnorkel gezisi için günübirlik katıldık. Mnemba Adası özel bir bölge çünkü ada Bill Gates’e ait  ve karaya çıkmak yasak, adaya çıkana adanın güvenliği ateş edebiliyormuş böyle bir yetkisi varmış. Bu yüzden adaya yakın bir yerde tekne durdu ve ordan okyanusa girdik. Su efsaneydi. Rengarenk mercanlar ve balıklar sayesinde gözlerimiz harika bir Hint Okyanusu şölenine tanıklık etmiş oldu ancak sadece yarım saat kaldık sonra yanda başka bir adada yemek arası verdik. Sonra da Kendwa’ya geri döndük.
Sahilde dolanan ve “beach boy” adını verdikleri size bir şeyler satmaya çalışan bir grup yerli insan var biz onlarla ayarladık bu turu ve gittik, siz de öyle gidebilirsiniz. Otellerin veya sahilde diving center’ların sigortası var diye daha pahalı satıyorlar biletleri ama biz orda Güney Afrika Cumhuriyeti’nden bir çiftle tanıştık. Onlar daha önceden de geldiklerini ve bir farkın olmadığını söylediler o yüzden beach boylar’dan adı Alfonso olan biriyle pazarlık ederek daha uyguna ayarladık. Zanzibar’da ne alacaksanız alın hepsinde pazarlık yapmaya çalışın çünkü gereksiz yere fiyatları uçuruyorlar.
20 Temmuzda Nungwi’ye kaplumbağaları görmeye gittik. Oradaki görevli bize su ve kara kampumbağaları hakkında bilgi verdi. Su kaplumbağalarını yosunlarla besledik ve sevdik. Dünyanın en tatlı deneyimiydi.
21 Temmuzda Zanzibar’ın merkezi olan Stone Town’a geldik. City Tour’a katılmak istedik ve en uygun fiyatlısını Old Fort’da İnformation Center’da çalışan ismi Hacı olan bir adamdan bulduk ve tüm gitmek istediğimiz turları onunla ayarlayarak uygun fiyata getirmiş olduk.Turumuza Old Fort’tan başladık. Zanzibar’ı Coğrafi Keşifler sayesinde ilk önce Portekizliler keşfetmiş ve orada bir kilise inşaa etmişler. Daha sonra Araplar Zanzibar’a hükmetmeye başlayınca oraya bir kale inşaa etmişler. Kalenin bahçesinde hala arkeolojik kazılar devam ediyordu. İkinci durağımız House Of Wonders idi. Adının Harikalar Evi olmasının nedeni ise Zanzibar’da elektrik ve asansör ilk kez bu evde kullanılmış.  Bu ev yani aslında saray, Sultan Said’in oğullarınınmış. Sultan Said’in 5 oğlu var ve en küçüğü Ali İngiltere’ye Oxford’a eğitim görmeye gidiyor. İngiliz mantalitesine girip, İngilizler ile birlikte Zanzibar’a geliyor ve kardeşini öldürüp sultan olmak için sarayı bombalıyor. Ali, Sultan olduğunda İngiliz arkadaşı başbakan oluyor ve Zanzibar o zaman İngiliz sömürgesi altına girmiş bulunuyor. House of Wonders’ın yanında saray müzesi vardı, orada Sultanların eşyalarını gördük ve prenses Selma’nın hikayesini öğrendik. Sultan Said’in tek kızı olan Selma, Alman Büyükelçisine aşık olur ve Almanya’ya kaçar ancak kocası 1. Dünya Savaşı’nda ölünce Zanzibar’a çocukları ile beraber dönmek ister. Dinini ve adını değiştirdiği için erkek kardeşi “sen Hristiyan olduğun gün benim için öldün bir daha bu ülkeye adımını atmazsın!” diyor. Prenses Selma’nın acıklı hikayesini dinledikten sonra Old Customs House’a gittik ve sokakları gezmeye başladık. Süslü bir Budist tapınağını dışardan gördük. Bu arada Zanzibar’ın %90’ı Müslüman Tanzanya’nın ise %50’si Müslüman. Zanzibar’da 53 Camii, 3 tane klise ve 2 tane Budist tapınağı var. Kliselerden en önemlisi Old Slave Market’in içindeki Anglican Kathedrali. Portekizlilerin Zanzibar’a gelmesi ile başlayan köle ticareti ilerleyen zamanlarda Zanzibar’ı Doğu Afrika’nın en büyük köle ticareti merkezine getirmiş. Misyoner kaşif David Livingstone köleliğin burada hala devam ettiğini görünce büyük uğraşlar sayesinde durdurmuş ve bu Anglikan  Kathedrali’ni kurdurtmuş. Bu şekilde Zanzibar’a Hristiyanlık gelmiş. Bu eski köle pazarını gezerken içimiz burkuldu hayat şartları o kadar kötüymüş ki...
Zanzibar’da kapıların hepsi çok süslü. Budizm’e göre fillerden ve kötü ruhlardan korunmak için kapıların üstünde sivri dişler var. Hayatlarına bir süre sonra İslamiyet girdiği için İslami yazılar da eklemişler ve kültürlerin birleşmesi ile sanatsal kapılar ortaya çıkmaya başlamış.
22 Temmuz’da Hacı ile ayarladığımız başka turlara kaldığımız yerden devam ettik. Şöförümüz Cuma bizi önce Spice Tour’a yani baharat turuna götürdü. Baharat çiftliklerinin küçük bir kısmını turizm amaçlı tura açık tutmuşlar geri kalan kısımları çiflik olarak kullanmaya devam ediyorlarmış. Tur rehberimiz bize oradaki bitkilerin faydalarını anlatırken arada ağaçtan meyve ve baharat ikramları ile gezimize tat kattı. Ben baharatı da burdan almanızı tavsiye ederim çünkü daha taze orada paketlenmesini görüyorsunuz zaten ve şehirden daha uygun fiyatlı. Özellikle zerdeçal, zencefil, karanfil ve değişik bir tat arıyorsanız muzlu kahveye bakmanızı tavsiye ederim. Gördüğümüz bitkiler: Lemon Grass, Sheli sheli, rambutan, vanilya, karanfil, kahve, zerdeçal,zencefil,karanfil, hindistan cevizi, hibiscus, mango, jack fruit(en ağır meyve), ananas, muz, tarçın, nutmeg, ylang ylang(channel 5 parfümü ylang ylnaglı imiş burada doğal versiyonunu yapıp hacı yağı şişesinde satıyorlar ve channel 0 diyorlar :D ), kakule, passion fruit ve daha niceleri...
Gezimizin devamında Jozani Natural Forest’a gittik ve kırmızı, siyah maymunları gördük. Çok güzel bir ormandı. Kuşların sesleri ile huzur doluydu.  Anadolu’da görmediğimiz çok farklı bir habitata şahit olduk. Tuzlu su içinde büyüyen ağaçlar, aralarında kamufule olan yengeçler ve daha niceleri...
Sonraki günlerde Prison Island’a gittik ve Blue Safari’ye katıldık. Prison Island Stone Town’a çok yakın küçük bir ada. Eskiden suçluları o adaya hapsederlermiş ancak günümüzde orada hem hayvanat bahçesi hem de bir otel var. Hayvanat bahçesi dediğime bakmayın çok hayvan yok. Çok yaşlı kara kamplumbağaları, tavus kuşları, tavşanlar vb. hayvanlar vardı.
Blue Safari ise tekne turuydu. Bizi çok güzel yerlere götürdüler. O balıkları kovalamak, binbir çeşit mercanları görmek, beyaz kumda otururken hindistan cevizi yemek hepsi ayrı bir keyifti. Çok memnun kaldık.
Zanzibar’da halk fakir olsa bile mutluydu ve bunu hayat felsefesi haline getirmişlerdi. En çok kullandıkları söz “hakuna matata bunun göstergesi olmuş. Swahili dilinde "problem yok" manasında kullanılanılıyor ve aslında hepimizin küçükken izlediği Aslan Kral filminde bu söz şarkı olarak geçiyor. Gerçekten fakirlik büyük bir problem ama diğer Afrika ülkelerine göre daha iyi durumdalar. Annemin dediğine göre Türkiye’nin 50 sene öncesi gibiymiş ev mimarileri, çok çocuklu olmaları ve yaşam tarzları. Bence en büyük problemleri ortalama 6, 7 çocuklarının olması. Daha az çocukları olsa en azından açlık durumları azalır ve daha iyi yaşam standartlarına ulaşırlar. Bu durumu Jaws Corner’da bir antika dükkanını işleten  30 yaşında bir kadınla konuştuk. Kadın bize paranın mutluluk getirmediğini sadece sağlık  açısından fayda sağladığını söyledi ve halkının çok çocukla mutlu olduğunu anlattı.Bize göre farklı bir felsefeleri vardı ama onları böyle mutlu görmek çok hoşuma gitti. Zanzibar genel olarak çok farklı kültüre sahip bir ada ve aslında kaynakları açısından zengin. Ormanları, baharatları,tatlı su kaynakları ve efsane doğal güzelliğe sahip olan sahilleri ile her şeyi çok güzeldi. Kesinlikle gezilip görülmesi gereken bir yer olarak düşünüyorum. Eğer sizin de yolunuz düşerse çok seveceğinize inanıyorum.




15 Ağustos 2015 Cumartesi

ADATEPE GEZİSİ

Küçükkuyu’da yer alan tepede bulunan tarihi ve mitolojik bir köy: Adatepe Köyü. Küçükkuyu’ya geldikten yaklaşık 3 km sonra yolun sağında Taş Fırın bulunuyor ve önünde de “Zeus Altarı” tabelası var. O tabeladan sağa dönüp yukarı çıkmaya başlıyorsunuz ve sizi zeytinlikler karşılıyor. Yukarıya varınca hemen sağınızda Zeus Altarı bulunuyor. Söylentilere göre en meşhur tanrı Zeus burada doğmuş ve Hera’ya burada aşık olmuş. Artık zeytinlikler bitmiş ve çam ağaçları güzel kokusu ile sizi karşılamış bulunuyor. Altarın en tepesinde Zeus Mağarası bulunuyor. Mağaranın yukarısına çıkıp Küçükkuyu’yu ayaklarınızın altına alıyorsunuz. Sağınızda masmavi deniz solunuzda Küçükkuyu ve ormanı kalıyor. O güzelim manzaradan ilham alıyor ve köye dönüyoruz.

  Eskiden Rumların ve Türklerin beraber yaşadığı bu köyde sadece taş ev bulunuyor çünkü köy Kültür Bakanlığı tarafından koruma altında. Orada yaşayan insanların çoğu İstanbul’dan ve Ankara’dan gelen varlıklı kimseler ve ev yaparken restorasyon çalışması altında yapıyorlar.
Rumlar ve Türkler demişken bir efsaneden bahsedelim. 19. Yüzyılın son yıllarında Refika adında bir Rum kızı o köydeki herkesin hayatını renklendirmiş türkülere, şarkılara konu olmuş. Dans eder, şarkı söylermiş. Refika’nın iyi kalpliliği başka köylere kadar yayılmış. Hatta güzellik yarışmasında da birinci olarak adından hep bahsettirmiş. Şimdi Adatepe Zeytinyağı Müzesi’nde koskocaman posteri bulunuyor. Müzeden ne alsanız üstünde onun resmi, yani tarihe adını kazımış ve hiçte silinmeye niyeti yok gibi.

Köy meydanında İsmail’in ve İbrahim’in yeri var. İsmail abi oranın yerlisi aynı zamanda da çoban. Biz kendisini çok severiz. O meydanı serinletmeye yeten iki çınar ağacı var. O ulu ağaç sağ olsun kaç kişi gelip serinliyor, ekmek parası kazanıyor. Gülay abla da o çınar ağaçlarından nasibini alan bir köylü. Bir sürü şifalı bitki(ıhlamur, kekik, papatya...), zeytinyağlı sabun, kendi yaptığı süsler vs. yapıp satar. Bitkileri eşi Ahmet Amca dağdan toplar. Gülay abla da onları ayıklar, paketler ve satar. İkisi de maşallah çok çalışkan yaşlarına rağmen. Benim en sevdiğim ise yine köy meydanında olan takıcı. Doğal taşlardan kolye yapar satar Emin amca uygun fiyata.

Konaklama için Adatepe Pansiyon, Zeus Han, Hünnap Han ve İda Blue bulunuyor. Fiyatlar biraz tuzlu. İda Blue en güzeli ve en pahalısı otellerin içerisinde. Hüseyin&Meral adında bir sanat galerisi ve zeytincilik yapan bir dükkan bulunuyor köyün yukarısında. Köyün içerisinde koyun, keçi, tavuk, sincap ve kedilerle köpekler her yerden karşınıza çıkıyor. Benim en sevdiğim Yaman adlı köpek, biz ne zaman gelsek bizi hiç bırakmaz J

Gelmişken Taş Mektep’ i de ziyaret edin. Artık ilkokul değil ama hâla eğitim devam ediyor. Çeşitli konularda kurslar veriliyor. Manzarası da süper. Hatta Gülay abla o okuldan mezun!İnsan keşke bende bu okulda okusaydım diyor.


Bu güzel tarih kokan köyde ciğerlerinizi temiz hava ile doldurup, huzurla çayınızı yudumlayacağınız ve kitabınızın sayfasını keyifle çevireceğiniz bir köy. Biz yaklaşık 6 senedir geliyoruz Adatepe’ye, Kaz Dağları’nın tertemiz havasını çekmek için içimize. Sizi de bekleriz. 
KAŞ/KALKAN GEZİSİ

Bu sene(Temmuz 2015) evimizde tadilatlar olduğu için tatilimizde nereye gideceğimize karar verememiştik. Yurtdışı düşünmüştük ancak tadilatlar ne zaman biter emin olamadığımız için geç kaldık ve tabii mâlum ne kadar geç kalırsanız fiyatlar da o kadar artıyor bu yüzden vazgeçtik. Arkadaşlarımızın tavsiyesi ile Kalkan’a gitmeye karar verdik. Bayram dolayısı ile Eskişehir’e gittik. Bayramdan sonra tatilimiz için Kalkan’a doğru yola koyulduk. Eskişehir’den Kütahya istikâmetine, Afyon sonra Burdur ardından Çavdar yollarını takip edip Kalkan’a ulaştık! Gece yolculuklarını çok sevmediğimizden ve güvenli bulmadığımızdan sabah erkenden kalıp arabamıza bavullarımızı yerleştirip 5.30’da yola çıktık ve 14.00 sularında otelimize ulaştık. Gelirken çok güzel orman manzaraları ile karşılaştık. Dağı, denizi, gölü, ormanı hepsi bir arada olan çok güzel ülkemiz var ki keşke değerini bilsek ve sahip çıksak...

Otelimiz olan Patara Prince Resort’ta kaldık. Günlüğü 150 lira dört kişi için ama erken reservasyonla daha ucuza kalabilirsiniz. Ben ve ağabeyim salonda açılan koltuklarda yattık, ebeveynlerimiz ise içinde çift kişilik yatak olan odada  kaldı. Otelin yeri olsun manzarası olsun denizi olsun mimarisi olsun o kadar güzel ki anlatamam. Ama işletmesi de bir o kadar kötü. Biz otelin apartlarından birinde kaldık. Bence en iyisi devremülkleri kiralamak hem çok daha ucuza geliyor hemde daha güzel odalar bulabiliyorsunuz. İlk odamızda klima bozuktu bu yüzden başka odaya geçtik o oda güzeldi ama yine de ufak tefek aksilikler çıktı. Televizyonun kumandası bozuktu, mini buzdolabının kapağında problem vardı çağırdık görevlileri ama yaklaşık üç dört saat beklettiler. Otelde kalanların da yemekleri çok güzel olsada gecikme oluyormuş. Görevlileri beklemekten ilk gün hiç denize giremedik. Bu kadar probleme rağmen denizi o kadar temiz ve o kadar rahatlatıcıydı ki hatta otelde kalmayanlar sırf otelin denizine girmek için ekstra ücret ödeyip geliyorlardı, biz de bir hafta daha uzatmaya karar verdik  ve toplam iki haftalık bir tatil yapmış olduk Kalkan’da.  Gerçi otelin denize girilecek kısmı öyle kumsal değil hemen derinleşiyor ama su kaynıyor kayalıklardan bizi mutlu eden o. Her 10 dakikada bir shuttle var denize gitmek için. Devremülk sahiplerinin ve otelde kalanların denize girme yerini ayırmışlar ama siz hangisine isterseniz girebilirsiniz. Otelin kendi şezlongu ve şemsiyesi var. İki tane havuz var biri yuvarlak havuz diye adlandırılıyor ve 16 yaş üstü girebiliyor, sessizliği tercih edenler için tasarlanmış ve klorlu havuz suyu ile dolu. Diğeri normal havuz herkes için. Biz ağabeyimle denizde üşüyünce hemen havuza koşuyorduk. Denize göre daha sıcak aynı zamanda bu havuz tuzlu su ile dolu.

Otelin apartında kaldığımız için yemek bizden sorumlu. Apartımızda mutfak var, tencere tava her şey bulunuyor sadece yemekleri almak sizden. İlk gün otelin yakınındaki marketten alışveriş yaptık çok acıktığımız için ancak malzemeler olması gereken fiyattın iki katı olunca kazıklanmış bulunduk. Kalkan’ın içinde Carrefour ve Bim var biz market sorunca bize otelin yanındaki Tempa Market’i gösterdiler bilseydik gitmezdik. Akşam yemeği için Kalkan’a inip restaurantlarda yedik. Sonrasında kordonu gezdik dondurma yedik ve  bir yerlerde bir şeyler içtik. Kalkan gayet sakin diğer tatil yörelerine göre. Huzur arayanlar için çok ideal. Turistlerin herhalde %95’i İngiliz. Hatta Kalkan’da İngilizlerin sayısı Türkleri geçiyor ama bu sene olan bu terör olayları turist sayımızı azaltmış bizim ilk seferimiz olduğundan bize fazla geldiler yine de. Bir çok İngilizin kendi yazlıkları bile var. En büyük eğlenceleri havuza girip ellerine içkilerini alıp denizi seyretmek bizden farklılar, onlar denizin keyfini böyle sürüyor.
Eğer finansal bir sorun çekerseniz çoğu banka ve atm’si de bulunuyor Kalkan’ın içinde. İş Bankası, Yapıkredi, Garanti gibi büyük bankalar var içiniz rahat olsun.
Kalkan coğrafi konumu nedeniyle bir çok yere çok yakın. Kaş’a 25 km, Patara Plaj’ına 12 km, 
Kaputaş Plaj’ına 5 km. Eğer arabanız yok ise Kalkan’ın içinden kalkan otoüsler var Kaputaş’a ve Kaş’a götürüyor, ayrı bir otobüs Patara veya Fethiye’ye götürüyor. Bizim arabamız olduğu için tekne turu hariç her yere arabamız ile gittik.

Kaputaş Plaj’ını merdivenlerden inerken gördüğümde o kadar güzel bir manzara ile karşılaştım ki sanki turkuaz deniz dile gelip “haydi gel artık” diye beni çağırıyordu. Uzun merdivenden aşağa hızlıca indim. Şemsiye kiralamadık kuma havulumuzu serdik üstüne çantamızı koyduk ,çantamızın üstüne de başka bir havlu sererek kapattık ve denize koştuk. Öğle saati kalabalık olduğu için size önerim sabah erken vakitte gelip burda kimseler yokken yüzmeniz. Öğleden sonra dalgalar da başlıyor kimisi için eğlence oluyor ama kimisi için de sorun çıkarıyor. Kalabalık olunca, hani topçuklarla sınır yaparlar ya denizin içinde onları geçtik yüzmeye devam ettik. Ağabeyimle dalma yarışları yaparken bir karaltı dikkatimi çekti birde baktım ki küçük bir su kaplumbağası bizi izliyor. Caretta Caretta gibi değildi ama belkide odur sonuçta o yörede var fazlaca. Çok tatlı kaplumbağanın yanından üzülerek ayrıldık.
Kaputaş’tan yaklaşık 2 km sonra Mavi Mağara Koyu var biz gitmedik genellikle tekne turlarında uğranıyormuş ama arabaları ile gelen insanlar da yüzmeye gidiyordu, size bağlı. Aynı şekilde Fırnaz Koyu’na da tekne turları gidiyormuş. Sahili çok kayalık olduğu için normal yerden girmesi zormuş. Ama çok güzel denizi varmış diye duyduk seçim sizin.

Patara Plaj’ı upuzun kumsal bir sahili olan (18km sahil) tarih de içinde barındıran bir plaj. Öğle saatlerinde sıcaktan cehenneme dönsede iyi bronzlaştığınız bir yer. Plajda bulunan bazı bölgeler çevrilmiş bunlar nesli tükenmekte olan canımız Caretta Caretta’lar için. Yumurtalarını bildiğiniz üzere kumların altına bırakıyorlar, onları korumak için yapılmış bu alanlar. Denizi sığ biraz ilerleyince derinleşmeye başlıyor. Patara bir Lykya kenti imiş bu yüzden bir sürü tarihi kalıntıya sahip. Arkeologların kazı yaptıkları alanları inceleyebiliyorsunuz.
Kaplumbağaları görmek için bir sonraki gün Kaş’a gittik. Kaş’tan her 15 dakikada bir kalkan tekneler var Limanağzı’na götürüyor. Sabahtan gidiyorsunuz akşam yediye kadar orada kalabiliyorsunuz. Gidiş-dönüş tekne fiyatı kişi başı 15 tl. 4 tane plaj var, biz Nuri’s Beach’e gittik. Caretta Caretta’lar ile yüzdük. Dalıyorlar kumda yiyecek arıyorlar belli aralıklarla su yüzüne çıkıyorlar çok tatlılar!
Kaş’tan kalkan bir sürü tekneler var istediğiniz geziyi yapabiliyorsunuz. Göcek’ten sonra en keyifli tekne turunun Kekova turu olduğunu öğrendik. Otelimizin önünden alınacağı için biz Kalkan’dan tercih ettik turumuzu. Firmanın ismi Brave Tur. Gayet komforlu bir şekilde gittik. Şöförümüzde çok iyi bir insandı bize tahta kaşıkların nasıl yapıldığını burada hangi ağaçtan yapıldığını gösterdi anlattı. Kişi başı 100 lira idi ama biz 75 tl’ye indirdik. Turumuzda en fazla 15 kişi olur demişlerdi ama turumuzda 19 kişi vardı. Tekne büyük olduğu için gayet sakin geçti hiç sorun olmadı. Sırası ile Akvaryum Koyu, Tershane Koyu, Korsan Mağarası, Gökkaya, Simena ve son olarak Üçağız’da yüzerek turumuzu tamamladık. Öğle yemeği açık büfe idi. Tavuk ızgara, makarna, barbunya ve salata vardı. İçecekler ayrıca ücretli ama otobüste gelirken su ikram ediyorlar o ücretsiz.

Dalış için mükkemmel bir yermiş Kaş, benim burnumdaki kılcal damarlar hassas olduğu için sık kanar ben deneyemedim. Ama siz gidin deneyin bir haftalık programlar var sonunda sertifika veriyorlar. Sağlık sorunum olmasa denemek isterdim.
Eğer serin bir yer arasanız İslamlar Köyü var Kalkan’ın yukarsında yaklaşık 8 km. Yayla tarzında bir yer. Sıcaklara çok dayanamayan İngilizler orada konaklıyor. Biraz daha ilerisinde Bezigan Yaylası var oraya da uğrayabilirsiz.

Çok keyifli 14 gün geçirdik. Bir takım sorunlarla karşılaşsak da, otelimizi de sevdik. Denizde doyasıya yüzdük. Sessiz hemde eğlenceli bir tatil geçirmek istiyorsanız harika bir yer. Gidin görün derim ben J